Son yıllarda kamuoyunun odağını oluşturan, toplumumuzun çözümünü aradığı sorunlara-suçlara gerek halk tarafından gerekse bazı merciler tarafından hukuki olarak daha caydırıcı olacak nitelikte yaptırımlar talep ediliyor. Nitekim bu yönde atılan adımlara da şahitlik ediyoruz. Geçtiğimiz hafta içerisinde meclise sunulan kadına yönelik şiddette yaptırımların arttırılması teklifi, keza önceki aylarda sağlık personellerine karşı işlenen suçlarda Anayasa Mahkemesince uygun bulunan cezaların artımı ve hapis cezasının ertelenmemesi kararları bu yönde atılan adımlardan birkaçı. Ancak bugün gördüğümüz manzara bizlere şunu gösteriyor ki sorun, bulduğumuz çözümlerle eşleşmiyor.
2005 yılında yürürlüğe giren, şu anda da yürürlükte bulunan Türk Ceza Kanunu ana düşüncesinde, suçlu olarak addedilen kimselerin toplumdan soyutlanarak dışlanmasından ziyade topluma kazandırılması yönünde bir yaptırım felsefesi yer alıyor. Zira kanun koyucunun amacı kanunun bu başlıktaki 1. Maddesinde de belirtildiği üzere “ …kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir.” Toplumun hukuka olan güveninin, huzur ve barış ortamının sağlanması, özellikle suç işlenmesinin önlenmesi için cezalar ve güvenlik tedbirleri öngörülmüştür. Şu da bir gerçektir ki insan olmanın, topluluk halinde yaşamanın getirdiği kargaşa ortamı yeni karşılaştığımız durumlar değil. İlk insanlardan, ilk çağlardan bu yana, her ne kadar suç tanımı somut olarak bulunmasa da ‘haksızlık’ kavramıyla karşı karşıyayız. Bu da gösteriyor ki insanoğlu var olduğu müddetçe suç olgusu da onunla beraber var olacak. Peki, suç olgusu her daim bizimle varlığını sürdürecekse biz onunla başa çıkmayı nasıl başaracağız, bu noktada yapılması gereken nedir?
Günümüzde toplumumuzun büyük çoğunluğunun kırmızıçizgisi olarak gündeme geldiğinde büyük yankı uyandıran çocuklara, kadınlara, sağlık çalışanlara karşı işlenen suçlarda cezanın arttırılması yönündeki talepler doğal olarak epey artıyor. Ancak çözüm cezaların arttırılmasında mı? Özellikle kadınlara yönelik işlenen şiddette ve dahi cinayetlerde şahitlerin dile getirdiği, bizlerin de medya aracılığıyla duyduğumuz faillerin “kaç yılsa yatar çıkarım” gibi cezayı küçümseyici söylemleri aslında bugün bu konuşulanları doğrular nitelikte. Nitekim günümüz hukukçularının düşünceleri de mevcut cezayı -kaldı ki bu cezalar da caydırıcı olacağı inancıyla kanunlaştırılmıştı- göze alarak suç işleyen kişinin arttırılmış bir cezadan çekincesinin çok az oranda olabileceği yönünde. Onlara göre yapılması gereken suçun işlenmesi ardına, tabir-i caiz ise iş işten geçtikten sonra, uygulanacak yaptırımı arttırmaktansa fiil öncesinde toplumun bilinçlendirilmesi, tehlike arz eden durumlar ciddiyetini aşmadan müdahale edilmesi. Bir nevi suç oluşturacak fiilin doğumuna engel olmak. Yani suçun faili olacağı öngörülen kişiye karşı izlenmesi gereken yöntemin, bu suçu işlersen cezan bu olur değil; bu suçu işleme ki bu cezayı almayasın şeklinde olmasını dile getiriyorlar. Bu fikrî temelle suç sonrası uygulanacak cezanın artırımına gidilmesinden ziyade önleyici tedbirlerin uygulanmasının suçun önlenmesi açısından daha etkili olacağı savunuluyor.
Zaman, en büyük dostumuz aynı zamanda yenemeyeceğimiz güçlü düşmanımız. Bizlere tüm bu uygulanan yöntemlerin etkili olup olmayacağını, bundan sonra uygulanacak bir sonraki adımımızı da o gösterecek. Temennimiz o yönde ki zaman, bize tüm bunları gösterdiğinde her şey için geç kalınmış olmasın.
(Zeynep Aktaş)